Yabancı devletlere alet olduk

Mert İnan Milliyet – Büyük Taarruz’da yenilgiye uğratılan Yunan Ordusu’nda esir düşen en önemli isimlerin başında General Nikolaos Trikupis geliyordu. Savaştan yıllar sonra, Gazeteci Hıfzı Topuz, Atina’daki evinde inzivaya çekilen Trikopis’i ziyaret ederek kendisiyle uzun görüşme fırsatı bulmuştu.  Trikupis’in anlattıkları adeta hatıratı niteliğindeydi. Topuz ise bu ziyareti

“Trikopis’i evinde ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi oldum. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra, ‘İstanbul’dan mı geliyorsunuz?’ diye sordu. Evet, diye cevap verdim.

Daldı. Bir müddet derin derin düşündükten sonra. 54 sene evvel İstanbul’dan geçmiştim, diye devam etti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi günler hey…” sözleriyle özetliyordu.

Trikupis,  Yunan Ordusu’nun Ankara önlerine kadar ilerledikten neden mağlup olduğunu adeta itiraf edercesine şöyle anlatıyordu: «Bizim Anadolu›da işimiz neydi? Bizim menfaatimiz Balkanlar’da, Makedonya’da, Adalar’da olabilir ama Anadolu’dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere alet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hataydı Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata…”

“Kabiliyetini anladık”

“Ben Anadolu’a sizinle dört defa çarpıştım. Birincisine biz ‘Avgin muharebesi’ diyoruz. Siz, İnönü savaşı. 1921 yılı Mart ayının son günleriydi. Ben o zaman üçüncü tümen kumandanıydım. İnönü’de bizim üç tümenimiz bulunuyordu. 7›nci tümen merkezde, 3 üncü tümen solda ve 10›uncu tümen da sağda olmak üzere muharebe vaziyeti almıştık. Hepimiz kahramanca çarpıştık. Fakat Türkler bizden çok üstün oldukları için netice bizim lehimize tecelli edemedi. Geri çekildik ve burada ilk olarak İnönü’nün askerlik kabiliyetini anlamış olduk. İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir, Kütahya hattında oldu. 1921 Haziran ayı sonlarıydı. Bursa’da bulunuyordum. Birliklerimiz Eskişehir ve Kütahya üzerinden taarruza geçmişlerdi. Türkler oyalama muharebesiyle yardım bekliyorlardı. Ben derhal cepheye hareket ederek bu yardıma mani oldum. Bu muharebe bizim galibiyetimizle neticelendi.

Türk ordusu ile üçüncü defa Sakarya’da karşılaştık. 1921 Ağustos sonu cereyan eden bu savaşlarda biz geri çekildik. Ben, İkinci Kolorduya dumanda ediyordum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne mâni oldum. Eğer ben bu cepheyi tutmasaydım Sakarya’dan sonra çok kötü bir mağlûbiyete gidebilirdik.”

“Anlayamadık”

“Sakarya Savaşı’ndan sonra uzun bir duraklama devresi olduğunu Topuz’a anlatan Trikupis, sözlerinin devamında yaşananları şöyle anlatıyor: “Bu esnada Birinci Kolordu kumandanlığı da uhdeme tevdi edildi. Aralık 1921’de Cenup Grup Kumandanlığına getirildim. Türklerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını farkediyorduk. Anadolu’da üç kolordumuz vardı. Başkumandan General Papulâs’ın uğradığı başarısızlıktan sonra yerine General Hacianestis tayin edilmişti. Muhtemel taarruzları önlemek için cepheyi yıkılmayacak bir şekilde tahkim etmiştik. Ve bu cephenin çökmesine ihtimal vermiyorduk. Nihayet 26 Ağustos 1922 sabahı Türkler’in beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Bu taarruz bizim için muazzam bir darbe oldu. Hacianestis bütün kolordulara bizzat kumanda etmek istiyordu. En büyük korkumuz İzmir’le irtibatımızın kesilmesiydi. Bizim için en tehlikeli vaziyet olurdu. İzmir’e telgraf çekerek takviye istemiş ve aksi halde mağlup olacağımızı bildirmiştim. İstediğim bu takviyeyi gönderemediler. Halbuki karşımızda Mustafa Kemal vardı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe çökmüş ve ordu mağlûp olmuştu…”

“Mert bir asker…”

“Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında birliklerimiz perişan olmuştuk” diyen Trikupis, Topuz’a mahşer günü yaşananları anlatırken, şu ifadeleri kullanıyor: “Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydik. Neşrettiğim bir günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesini askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşiyordu.

Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzusu kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri durmadan çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Askeri zorla, inanmadığı bir gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük harbin en çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türkler ile çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek. ‘Generalim, kılıçlarımızı imha edelim’ diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı. Firar fayda etmedi, ordu perişan olmuştu. Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya teşebbüs ettim.

Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım sandılar.  Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ kalan birlikler dağınık bir halde İzmir’e kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni ilk evvelâ Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü’ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başkumandanlığına tâyin edildiğimi de bu sırada öğrendim.

Hayranlık duydum

Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım, ‘Üzülmeyin General, dedi. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.’ Atatürk’ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım. Bundan sonra bizi Kayseri’nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler. Yüksek rütbeli subaylardan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için savaş bitmişti. Neticeyi beklemeye başladık. Bundan sonraki vaziyeti biliyorsunuz. Ordumuzun bakiyeleri birkaç gün içinde Anadolu’yu terk ettiler. Fakat barış muahedesinin imzalanması kolay olmadı.

Bir seneye yakın bir müddet Kayseri kampında yaşadık. Bir gün kamp kumandanına, ‘ Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam, dedim. Bundan sonra nereye gidebilirim? Haydi kamptan kaçtım, Yunanistan nerede, Kayseri nerede?’ dedim.

Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin karşılıklı mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin hikâyesi.”

Atatürk, esir alınan Yunan Generali Trikopis’in kılıcını Kâzım (Özalp) Paşa’ya armağan etmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir